Gazze'nin çatışma hatları arasında, foto muhabir Fatma'nın yaşamı ve ölümü, savaşın dehşetini bir kez daha gözler önüne serdi. Fatma gibi pek çok gazeteci, silahların gölgesinde, gerçeklerin peşinde koşarken, bu insanlar aslında sadece birer rakam değil, hayallerinin peşinde koşan bireylerdi. "Öleceksem gürültülü bir ölüm olsun" sözleriyle hayat felsefesi haline getirdiği cesareti, bizlere savaşların yalnızca kurbanların bedenlerini değil, ruhlarını da parçaladığını hatırlatıyor.
1970'li yılların sonlarında Gazze’nin kalbinde dünyaya gelen Fatma, genç yaşta fotoğraf sanatına ilgi duymaya başladı. Ailesinin dar gelirli olmasıyla birlikte, hayallerinin peşinden koşmak için çabaladı. Gözlem yeteneği, azmi ve cesareti, onu zamanla Gazze’nin tanınan bir foto muhabiri haline getirdi. Savaşın içindeki gerçekleri, insanlığın acılarını ve umutlarını dile getiren fotoğrafları, her yaştan insanın zihninde derin izler bıraktı.
Olumsuz koşullara rağmen, Fatma'nın fotoğrafları uluslararası yayınevlerinde yer aldı ve pek çok ödül aldı. Onun için fotoğraf, sadece bir meslek değil, aynı zamanda insanlığa ses olmanın ve savaşın dehşetini dünyaya anlatmanın bir yolu olmuştu. Gazze'deki saldırılar sırasında insanların yaşadığı dramları ve hayatta kalma mücadelelerini gözler önüne seren fotoğrafları, savaşın yüzündeki kanı, acıyı ve direnişi belgelemişti. Fatma’nın gözünden düşen görüntüler, belgesel niteliği taşırken, düşüncelere derin bir dalış yapmamıza neden oldu.
Fatma'nın son günlerinde, çatışmanın ortasında durmaksızın fotoğraf çekmeye devam etti. O, belki de insanların unuttuğu veya görmezden geldiği gerçekleri birer birer vatandaşlara ulaştırmanın bir yolunu seçti. Evet, bir koridor açmaya, insanları düşündürmeye ve harekete geçirmeye çalışıyordu. Yüzlerce insanın kaybettiklerini, korkularını, savaşın dehşetini en iyi şekilde belgeledi. Onun objektifinden, savaşın sadece silahlar ve patlamalardan ibaret olmadığını, insanların da bu savaşın bir parçası olduğunu gördük.
Fatma'nın "Öleceksem gürültülü bir ölüm olsun" sözü, onu tanıyanlardan biri olarak beni derinden etkiliyor. Çünkü o, savaşın sadece ölüm değil, aynı zamanda umutsuzluk ve kayıpların içinde insan kalmanın en zorlu noktası olduğunu biliyordu. Gazze'deki fotoğrafçılığı, toplumsal birikimin ve tarihsel bir mirasın parçası olarak kanıtlandı. Fatma'nın tanıklıkları, basit bir gerçek değil, savaşın getirdiği travmaların ve yaraların da bir yansımasıydı.
Ölümünden sonra bıraktığı miras, sayısız insanın hayatında iz bırakacak. Fatma'nın ömrü boyunca, insanlık onurunu ve barışın önemini anlatma çabası, gelecekte bir ışık kaynağı olacaktır. Bu nedenle, onun anısına sahip çıkmak ve savaşların gerçek yüzlerini unutmamak, bizim görevimiz. Aksi takdirde, Fatma'nın hikayesi gibi yaşanan acılar, sadece birer anı olarak kalacak ve insanlığın karanlık bir yüzü olarak kalacak. Gözlerimizi kapatarak ruhumuzu koruyamayız; Fatma'nın mirası, bizlere insan olmanın ne demek olduğunu hatırlatıyor.
Her bir fotoğraf, bir hikaye, her bir hikaye bir insanlık dramı sunuyor. Bu dramı herkesin görmesini istedi; Fatma, dünyaya barış ve insanlık için çekilmiş bir fotoğraf bıraktı. Evet, “Öleceksem gürültülü bir ölüm olsun” diyen Fatma, tüm dünya üzerindeki savaşlara karşı dur demenin önemini bizlere vurguladı. O artık aramızda değil fakat bıraktığı tanıklıklar, savaşın acımasız yüzü olan Gazze’nin sesi olmaya devam edecek.
Son olarak, gazetecilerin, muhabirlerin ve savaş bölgelerindeki her bir bireyin, cesaretle kaleme aldığı ve fotoğrafladığı hikayeler, bu dünyadaki savaşların sona ermesi için çaba göstermeyi unutturmasın. Fatma'nın hatırasına sahip çıkmak, aynı zamanda geleceğe daha umutla bakabilmek demektir. Onun hayatının ve tanıklığının birer temsili olarak ilerlemeli, adalet ve barış arayışını sürdürmeliyiz.